Bölüm 2: "Ölümün son iyiliği bir daha ölümün olmamasıdır." F. Nietzsche

"Sen panik - atak geçiriyorsun, vücuda takılmış yanlış bir alarm bu." dedi doktor.
"Sana hiç zarar vermeyecek. Beynindeki kimyasalları ilaçla düzenleyeceğiz. Ayda bir görüşelim."

Her birinizin bildiği introlardan biriydi yani benimki de. İlaç + yarı buçuk bilişsel terapi. Sanırım 1 - 1,5 ay süresince izoleydim hayattan tamamiyle xanax varolsun. Üstüne bir de kabakulak geldi. İyi mi oldu kötü mü bilemedim. Dikkatimi başka bir hastalığın çekip panik - atağa olan yoğun ilgimi çalması şimdi düşününce komik geliyor. O aralar hayatımda bir eşiğin başında olduğumun hiç farkında değildim. Bu hastalığın bana katacağı ve götüreceği onca şeyi bilemezdim. Zaman zaman korku tüneline dönüşen zaman zaman normal hayat kıvamına gelen sürecin daha en başındaydım. 


Aslında şimdi baktığımda o dönemler daha iyiydi diyebilirim. Çünkü çok daha az şey biliyordum. Şimdiye dek okuduğum, dinlediğim tecrübeler, panik çeşitleri dimağımda yoktu. Daha cahil ve daha mutluydum. Bu birinci safhaydı. 
İleride okudukça okudum, okudukça kafam karıştı, kafam karıştıkça panik yaptım. Bu belki de en yorucu olan ikincisiydi. 


Şu an ise üçüncüde olduğumu düşünüyorum. Dibe vurduktan sonra sıçradığım noktadayım. Şizofren olduğumu da düşündüm, hayat boyu böyle kalacağıma da. Hiç bir zaman eskisi gibi olmayacağına inandırdım kendimi. Yani yine Nietzsche imdadıma yetişecek ama: 

“Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?”

Kısacası başlıktan dem vurmak gerekirse, nasıl ölümün son iyiliği son olmasıysa, panik - atağın kötülüğü sürekli öldürmesiydi. İyiliği ise camdan yapılma olmadığınızı size hatırlatmasıydı. Daha doğrusu kafanıza çakmasıydı. 


Ya nazik varlığımı bir kenara atıp yumruk yedikten sonra doğrulacaktım ya da zırlayan bir çocuk gibi mucize birinin gelip beni kaldırmasını bekleyecektim. İkincisi önceliğimdi. Fakat    böyle birisi gelmedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder