Bölüm 6: Yaşarken kendinden ne ürettin?


Bu bölümde sıra nükseden ataklarda. İlk iyileştiğinizdeki sevinci bombalayabilen tek şey yıllar sonra gelebilen ikinci atak sürecidir çünkü.

Hep böyle gidecek sandınız muhtemelen. Aslında bu hastalığın tedavisi var derken eminim sonsuza dek tekrarlamayacağının garantisi verilmemişti. Ve biz genelde iyileşmekten, eski alışkanlıklarımıza koşarak dönebileceğimizi algılarız. Artık nasılsa ilaçlar vardır, kafamız rahattır, tıpkı eskiden olduğu gibi kendimizi rahatça üzebiliriz, boğabiliriz. Nasılsa epeydir atakçıklar da uğramıyor etrafımıza.

Panik ataklı insanları kategorize eden bazı düşünceler var. Bazıları bilimsel, bazıları ise uydurma. Duygusal insan hastalığı, sanatçı hastalığı, mükemmeliyetçilerin hastalığı, bilim adamı hastalığı vs vs. Bu toplara hiç girmeden daha düz bir yerden size sesleneceğim; panik atak kesinlikle ve kesinlikle karamsar insan hastalığıdır..!

İlaçların siz kendinizi düzeltebilesiniz diye dışarıdan tedarik ettiği serotoninleri yeriz güzel güzel. O sırada kendinizi de yeniden üretmediyseniz o serotonincikler sizi yavaş yavaş terk edecektir. Panik atak ise yine gümbür gümbür gelerek bak seni 2. kez uyarıyorum diyip resti çekecektir. Aslında bu aşamada iki tür düşünce doğar. İlki; ben bunu bir kez yendim, bir kez daha yenerim. Bu bizde yaygın olarak rastlanır mı? Tabiî ki hayır. Karamsarlık sevdalısı olduğumuzdan hemen diğer düşünce şaha kalkacaktır ve beyninizde şu cümle yankılanacaktır: galiba ben bunu hiç atlatamayacağım! Bak yine geldi, demek ki hiç gideceği yok. Her şey eskisinden daha kötü olacak!

Hatta belki bu sefer şekil değişmiştir, eskisinde kalp krizi gibidir, şimdi ise sizi beyin kanama korkusuyla tehdit ediyordur. Size oynadığı ayak oyununu, şekil değişikliğini biz yeni bir hastalık ve diye algılarız. Tam da hastalığın amaçladığı gibi.

Gelelim o noktada ne yapılacağına. Cem Yılmaz referanslı bir espri olacak ama ablacım, yumurtanın akıyla sarısını ayırıyorsun, o kadar. Sürmüyorsun bile. Değil elbet..! Düşünülecek şeyler şunlar arkadaşlar:

Benim panik-atağım tekrarladı. Belki bana farklı şeyler hissettiriyor ama bu yine panik bozukluk, başka şey değil, ne şizofrenim, ne de beyin kanaması geçireceğim,
Direncim düştüğünde nasıl gribe yakalanabiliyorsam hayat kalitem düştüğünde de paniğe yakalanabilirim,
İlkini yendim, artık düşmanı tanıyorum, oyunlarını biliyorum, ne kadar üstüne gidersem o kadar kısa sürede iyileşirim,
İyileşirken oturup beklemeyeceğim. Çünkü iyileşmek bizim göremediğiniz ilahi bir el tarafından gerçekleştirilen büyülü bir süreç değildir. Gayet basit kuralları vardır,
Bu süreçte zihinsel olarak geldiğim yerden bir üstüne çıkmalıyım artık. Şu anda bunun ceremesini çekiyorum. Kısa bir süre sonra iyileştiğimde artık gözüm daha da kara demektir.



Herkes çektiği acının en yoğun ve onulmaz olduğunu zanneder. Ve bu süreçte insan kendini doğalına bırakırsa karınca hızıyla iyileşecektir. Ama yine de iyileşecektir.

Erdem sahibi, kişisel gelişime kafa yoran ve acı çekmeyi marifet sanmaktan öteye geçebilmiş insan ise, iyileşme sürecini kısaltmak için elinden geleni yapacaktır. Çok kolay olmadığını ben de biliyorum, herkes biliyor. Fakat bu noktalarda sadeleşmeye gitmek iyidir. Seçenekler basittir. Bu iki basit seçeneğe kaldığımıza göre buraya gelene kadar da basit gelmişizdir muhtemelen. Dolayısıyla artık seçenekleri değiştiremeyeceğimize göre acı süresini kısaltmayı seçmekten başka çare yok gibidir.

Dünya yıkıldı altında kaldım düşüncesinden,
Yaptıklarım benim suçum ruh halinden,
Dertler hep bana mı hadsizliğinden,
Giden sevgili en iyi sevgiliydi güzellemesinden kurtulmak gerekir. Camdan yapılma olmadığımızı hatırlamamız gerekir. 4 milyar yıllık evrimin sonucu olduğumuzu bilmek ve ona göre davranmak gerekir (:




Sevgiler!




Bölüm 5: Ve Her Paniklinin Yolu "Şizofren miyim Acaba" dan Geçer!

Aslında kalp krizi geçireceğini düşünenler mi daha şanslı yoksa şizofren olacağını düşünenler mi bilmiyorum. Ya da panik - atak olup şizofren olacağını zannetmek mi daha iyi yoksa hakikaten şizofren olup şizofren olmadığını zannetmek mi. (:
Kendi adıma cevap vermem gerekirse benim rotam zaten psikiyatristten başladı, acil servisten değil. Yani kalp krizi geçiriyorum değil deliriyorum sandım. O yüzden bana göre şizofren olmak daha korkunç-tu!
Bu korkuyu yoğun olarak 2 - 3 gün yaşadım. 2011'in son demlerinde 6 yıl sonra "Birkaç ayınızı alacağım canım" diye geri gelen anksiyetelerim sayesinde. Bu sefer alarm böyle çaldı dedi doktor. Aslında çok da farklı değildi. 6 yıl önce de delirme alarmıyla gitmiştim doktora. Son defasında ise profesyonel bir teşhisle gittim: ben sanırım şizofren oldum ya da tez zamanda olacağım!
"Neden" dedi doktor; "Nereden çıktı?"
"İnternette okuduğum belirtilerin çoğu aynen bende var"
...

Şimdi size akılda kalıcı olmasından mottolar halinde yazacağım. Daha doğrusu gözünüze sokacağım desem daha yerinde olur:

* Şizofreni doktorların dediğine göre ve şizofrenlerin halinden tavrından anlaşıldığı üzere içgörü bozukluğudur. Yani kişi kendini bilmez. Dolayısıyla şizofren miyim acaba ya da olur muyum acaba diye endişeleniyorsanız İYİ YOLDASINIZ!

* Şizofrenler zaten bu durumu inkar eder. Ayrıca sanmıyorum ki hiçbir şizofren kendisine şizofren teşhisi koyar. Yani kısacası onlar şizofrendir, şizofren değilim der. Biz şizofren değilizdir, ŞİZOFRENİM DERİZ!

* Şizofren olmak pek kolay bir iş değildir. Görülme sıklığı %1 idir. Ayrıca genetik geçiş kısmı da var. Yani gaipten sesler uydurup duymaya çalışarak zorla ŞİZOFREN OLAMAZSINIZ!

* İnternette belirti okuyup kendimize adapte etmek çok sevimli bir iştir. Ancak bataklık gibidir, çektikçe çeker. O yüzden ben son zamanlarda asosyalim, içime de kapandım, çok düşünceliyim, kesin şizofrenim diye havalara girmeyelim. Bazı durumlar insanlık halidir, üzüntüdür, tasadır, anksiyetedir, odur budur. İçinizde vızırdayan sineği ÖLDÜRÜN!

* Sonuncu ve bence en önemli madde ise iki hastalık tipinin birbirinden farklı mekanizmalara sahip olmalarıdır. Bu biraz da kişisel düşüncem ama açık ve net anlaşılıyor. Şunu anlatmak istiyorum ki şizofrenler çevresel etkiler, acılar, kaygılar, baskılar, şiddetler vs karşısında sanki daha bir içe kapanırlar. Fakat bizim bünyeler ise bunu engellemek için çeşitli alarmlar devreye sokar. Sanki bu yolun önünü tıkamak istercesine ortalığı velveleye verip çözüm ister. Bulana kadar da alarmı susturmaz. Şayet şizofrenlerin de bünyeleri alarm sistemini devreye soksaydı o sinsi bataklığın içine çekilmezlerdi. Demem odur ki bir insan ya şizofren olur ya panik - atak. İkisi aynı anda OLAMAZ?!

Bu kadarının yeteceğini düşünüyorum. En azından benim kadar kafayı buna takmış biri için yeterli olmuştu. Şimdi affınıza sığınarak aşağıdaki karikatürü ekliyorum. Ama hak etmiyor değiliz yani.

Sevgiler!


Bölüm 4: Ben Hep Seninleyim Artık

Böyle başladım yazıya evet. Çünkü herkesin ortak sorunlarından biri de bu: "Bu şey ömür boyu benim yakamı bırakmayacak mı?"
Nereden baktığınıza bağlı. Panik - atağı zihniyet değişimiyle yenememişseniz, evet bu hastalık ömür boyu sizinle olacak. İlaç tedavisi göreceksiniz, iyileşeceksiniz. Ve daha sonra beyninize, bedeninize aynı eziyetleri yapmaya devam edeceksiniz.Yine sorunları büyütecek, olumsuzlukları dev aynasında göreceksiniz. Küçük mutluluklar size haddinden fazla küçük gelecek, ilgilenmeyeceksiniz. Aşık olup ayrılacaksınız, dünyanın biten en büyük aşkı sizinki olacak. Dostunuzla aranız açılacak, sizi zaten kimse anlamıyor olacak. İş yerinde sorunlar çıkacak, siz bunları beyin ameliyatıymış gibi göreceksiniz.



Fakat gelelim asıl gerçeklere..

Aslında aşık olan ve kendi aşkı en özel sanan sıradan birisiniz. Aşk, sevgi, heyecan bitebilir. Bu dünyanın her coğrafyasında görülmektedir. Çünkü değişim kaçınılmazdır ve değişimlerin frekansları her zaman birbirini tutmayabilir. Ama bunun yanı sıra insan unutabilir. Siz de unutacaksınız.
Dostunuza kırılırsınız, küsersiniz, kavga edersiniz. Biraz zaman geçince uzaktan bakarsınız. Gideri varsa gider, yoksa egolara, zamana veya değişime yenilen ilk dostluk sizinki olmayacak. Sizinki de bitebilir. Yenisini bulacaksınız.
Patronunuz sizi sömürüyor, terfi ettirmiyor, çok çalışıp az dinleniyorsunuz. İş arkadaşlarınız arkanızdan kuyunuzu kazıyor. İçinde bulunduğumuz sistem itibariyle bunun sancılarını herkes gibi siz de çekeceksiniz. Ya değiştirmek için bir şey yapacaksınız ya da kendinize vıdı vıdı yapmayacaksınız.
Bunları terapi ve ilaçlar yok edemez. Olumsuzu görmek için can atmanın ilacı tam olarak bulunamadı. Yalnız şu var ki "pozitif ol" diyen herkesten kaçmışımdır. Çünkü evet bu, bu kadar basit değildir. Bu kadar yüzeysel bir telkini de olmamalı. Pozitif olun ya da olmayın. Büyük resmi görmeye çalışın. Hayatınızın merkezine sevgilinizi, dostunuzu, çocuklarınızı, işinizi ve sorunlarınızı koymayın (bence). Hayat bunlarını kapsayan çok acayip bir yer. Birinden birine ağırlık kayınca denge fena halde bozuluyor.
Ve bence biz biraz da bunun için şanslıyız. Bize işlerin yolunda gitmediğini söyleyen bir alarm var. Şayet bu olmasaydı belki de başka akıl hastalıklarına yakalanacaktık. Bizlerin normal işleyen beyinleri, normal duyguları fakat hassas bir mekanizmaları var. Size herkese ne yazık ki bu muhteşem bir şey diyemeyeceğim (: Şayet avucunuzun içine alırsanız bu hastalık sizin lehinize dönecektir. Bundan da bir o kadar eminim.

Bölüm 3: Anksiyetenin dibi

Size anksiyetenin dibinden sesleniyorum. Burası epey karışık. Tanımlayamadığım imgeler var. Tanımlayamamak çok berbat. Çünkü bana zarar veriyorlar. Bunun bir filmi filan çekilemiyor mu? Tahlili filan yok mu? Dağarcığım o kadar uçsuz bucaksız değil. Anlatamıyorum.
Evet on üzerinden on olan ataklarım geçti. Artık dünyanın bana göre en acımasız işkencesini kovaladık. Bu demek olmuyor ki güneş açtı, her yer aydınlık. Sis var pus var, kasvet...

Bunun nedenini şu anda biliyorum. Bunun nedeni aslolan şeyin değişmemesi. İlaç dedikleri şey üstüne düşeni yapıyor evet. Fakat bu bana göre şunun gibi: kanserli bir hasta düşünün; kemoterapi görüyor. İyileşme şansı var. Aldığı kimyasallar var gücüyle savaşıyor vücutta kanserine karşı. Fakat kanserinin asıl nedeni ne? Sigara mı? Stres mi? Genetik mi? Ya da hepsi birden mi??
Benim paniğimin asıl nedeni beni boğan, köşeye sıkıştıran, aşağı çeken düşünce yapımdı. Bunu ilaçlar değiştiremezdi. İlaçlar bunu değiştirmek için beni normalize eder, bana zaman tanırdı. İlaçların o kadar fantastik güçleri yoktu. Anahtar kelime ise farkındalıktı. Kendimin farkına vardığım zaman değiştirebileceklerimi keşfederdim. Bir yandan muhteşem bir ilüzyonist gibi benle oyun oynayan bu hastalığı keşfederken kendimi de keşfedersem işlem tamam demekti. 


Bilimin epey ilerlediği zamanlarda belki şu an filmlerde ele alınan kötü hatıraları resetleme durumları gerçekleşecek. TMS (Transkranial Manyetik Stimülasyon) denen ve şu anda psikiyatristlerin hemfikir olamadığı ve epey pahalı olan, benim anladığıma göre kafayı ihya etme işlemi belki de ilerleyen dönemlerde alıp başını yürüyecek. Ya da panik atağı durduran fısfıs bulunacak. Bir buçuk dakikada panik atağa dur diyen bileklik üretilecek. Civciv çıkacak kuş çıkacak...




Tüm bunları beklemeye gerek yok. Hiçbiri sizin içsel gücünüz kadar etkili olamayacak çünkü. Günümüzde ruh sağlığını dahi metalaştırıp piyasada dolanan bazı yaşam koçları, spritüalistler, pskologlar hatta psikiyatristler... Size edecekleri en büyük yardım kendi gücünüzü farkettirmeleri olabilir. İlk baş gösterdiğinde karşısında tir tir titrediğiniz panik - atak denen hadise sizin karşınızda titremesi gereken ucuz bir oyundan başka bir şey değildir.  

Başlarken..


Merhaba herkese! Çok etkili bir giriş yapmak istedim olmadı. Merhabada karar kıldım en son.

Bu bloğu açmaktaki amaç nedir, önce ondan bahsedeyim kısaca. Malum, uzun metinler herkesi sıkar, bizi daha da sıkar. 2005'ten beri tanış olduğumuz panik atakla bu sene tekrar birbirimizi yokladık. Yani toplamda 7 yıllık bir bağımız var (: Bu hastalıkla yeni merhabalaşanlar, elveda aşamasında olanlar ya da ikisi arasındaki sürüncemeyi yaşayanlar için ilerletici olmak benim amacım. Beyaz ekrandaki on numara artizleri gerçek hayatta görüp, aman bunda bişey yokmuş dersiniz ya, panik atak da öyle.

Daha etkili olması açısından benim hikayeyi bölümlere ayırarak yazmak isterim. Kısaca ''Giriş, gelişme ve bu aralar'' bölümlerinden oluşacak. Siz gönül dostlarım (!) (tilt olurum bu hitaba da) ise kendisine uygun olan bölümü seçerek düşmanının makyajsız ve pijamalı halini görerek ''Heeee, bu muymuş'' diyecek. 




Hadi bakalım...

Bölüm 2: "Ölümün son iyiliği bir daha ölümün olmamasıdır." F. Nietzsche

"Sen panik - atak geçiriyorsun, vücuda takılmış yanlış bir alarm bu." dedi doktor.
"Sana hiç zarar vermeyecek. Beynindeki kimyasalları ilaçla düzenleyeceğiz. Ayda bir görüşelim."

Her birinizin bildiği introlardan biriydi yani benimki de. İlaç + yarı buçuk bilişsel terapi. Sanırım 1 - 1,5 ay süresince izoleydim hayattan tamamiyle xanax varolsun. Üstüne bir de kabakulak geldi. İyi mi oldu kötü mü bilemedim. Dikkatimi başka bir hastalığın çekip panik - atağa olan yoğun ilgimi çalması şimdi düşününce komik geliyor. O aralar hayatımda bir eşiğin başında olduğumun hiç farkında değildim. Bu hastalığın bana katacağı ve götüreceği onca şeyi bilemezdim. Zaman zaman korku tüneline dönüşen zaman zaman normal hayat kıvamına gelen sürecin daha en başındaydım. 


Aslında şimdi baktığımda o dönemler daha iyiydi diyebilirim. Çünkü çok daha az şey biliyordum. Şimdiye dek okuduğum, dinlediğim tecrübeler, panik çeşitleri dimağımda yoktu. Daha cahil ve daha mutluydum. Bu birinci safhaydı. 
İleride okudukça okudum, okudukça kafam karıştı, kafam karıştıkça panik yaptım. Bu belki de en yorucu olan ikincisiydi. 


Şu an ise üçüncüde olduğumu düşünüyorum. Dibe vurduktan sonra sıçradığım noktadayım. Şizofren olduğumu da düşündüm, hayat boyu böyle kalacağıma da. Hiç bir zaman eskisi gibi olmayacağına inandırdım kendimi. Yani yine Nietzsche imdadıma yetişecek ama: 

“Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?”

Kısacası başlıktan dem vurmak gerekirse, nasıl ölümün son iyiliği son olmasıysa, panik - atağın kötülüğü sürekli öldürmesiydi. İyiliği ise camdan yapılma olmadığınızı size hatırlatmasıydı. Daha doğrusu kafanıza çakmasıydı. 


Ya nazik varlığımı bir kenara atıp yumruk yedikten sonra doğrulacaktım ya da zırlayan bir çocuk gibi mucize birinin gelip beni kaldırmasını bekleyecektim. İkincisi önceliğimdi. Fakat    böyle birisi gelmedi.

Bölüm 1: Siz ona panik bozukluk dersiniz, biz ölüm.

"Deliriyorum galiba." 


Evet. İlk buydu hissettiğim net olarak. Yanına eklenecek çıkarılacak çok fazla bir şey yok. İlk duyumsadığım şey bu korkuydu. Bir milim daha öteye geçsem delirmiş olacaktım. Tam sınırdaydım. Yaşadığım şey delirmeden önceki son anlar gibiydi. Ne bileyim ben delirmenin böyle bir şey olmadığını.





Herkes panik - atakla tanışırken acil servislere taşınır. Benim adresim belliydi: psikiyatrist. Çünkü ben hiç normal değildim, kafayı çizmek üzereydim. Birisi bir şey yapsın! Geri kalan hayatımı başkalarına muhtaç, acınılan bir "deli" olarak geçirmek... Benim hayattaki en büyük korkum bu! Ölüm, kalp krizi, beyin tümörü vs hak getire. Panikle tanışmadan önce de uzuuuun uzun yaptığım şizofreni okumaları yerini bulmuştu. Bilinç altıma itinayla işlediğim korkularım bu hastalıkla su yüzüne çıkıvermişti. Çöp kutum zannettiğim beynim artık error veriyordu: "Benden bu kadar. Hastalandım ben. The scratch is full."